January Blues
İçime dert olan şeylerden bahsetmek istiyorum biraz. Biraz da anılardan ve kalbimi yumuşatan şeylerden..yine çok küçük dertlerimin başımın etini yediği,kumsalda küçük bir kum tanesinden farksız olan hayatımı sorguladığım zamanlar. "january blues" mu öyle bir şeyler söyleniyor bu sebepsiz can sıkıntıları için bugünlerde sosyal medyada.
İncesaz'ın 1955 mezunlarını dinliyorum. Bu esere şarkı demek güç,müzik demek güç,tanımlamak güç bu duyguyu..birisi "insan ne yaşamış olabilir ki bu besteyi yapacak kadar!" diye sormuştu bir zamanlar,aslında işte bu şehir yetiyor sanırım yaşamasan da yaşanmışlıklarla dolup taşmana.
İş yerimin değişmesiyle çok şey değişti hayatımda.Yeni yeni farkediyorum görevim ne kadar zor olursa olsun isteyerek yataktan kalkıyorum,iş yerine vardığımda tüm o sabah huzursuzluğu,yorgunluğu gidiveriyor sevdiğin insanlarla karşılaşınca.Koşturarak bardağına sabah çayını doldurmaya çalıştığın an..buharın cama vurması,gülüşmeler,günaydınlar,nasılsınlar..Bu çok basit,küçük şeylerden öyle mahrum kalmışım ki bir yıldır,ne kadar canım yanmış,ne kadar yorulmuşum,ne kadar gereksiz mutsuzlukla yapmışım işimi! Güzel şartlar değildi beni buraya getiren ama sonucun böyle güzel olabilmesi için o şartları da yaşamam gerekiyormuş demek ki..Aslında hiçbir şey değişmedi,aynı iş,aynı yükümlülükler,aynı arsız ve kaba halk,aynı amir baskısı..sadece daha güçlü olmanın nedeni cephede mahalle arkadaşlarınla silah tutuyor olmak.Birlikte gülüp eğlenirken az ötede düşen bomba seslerinden kafayı yememek gibi bi şey belki de bu iş arkadaşlığı..Peki neden hala yetmiyor?Neden hala fazlası için sürekli bir baskı kuruyor toplum sana? Fazla kazan,fazla iste,fazla çalış,fazla öğren,fazla geliş! Asla yetinme!Asla boyun eğme! Ne için peki? Neler değişti fazlasına sahip olduğumuzda?Etrafımda izlediğim tek bir mutlu insan yok,hayat şartlarından memnun tek bir kişi yok.Ekonomi desen bok gibi! İki yıldır kiracılık dışında hiçbir alternatifi olmayan bu koca beton yığınının ortasındayım yirmi milyon insanla beraber! Ama hala diyorum ki başka hiçbir yerde yaşayamam neden?Burada ne kadar yaşayabiliyorsun?
Dünyanın en harika manzarasıyla gidiyorum işe,adalar!Sabah daha şafak sökerken yolda oluyorum.O denizin pembe mor yanışı,adaların uzaktan parlayan ışıkları,sessizce iskeleden rotasını çizmiş giden vapurlar..Ama bir dakika sağa çekip bu manzarayı izleme lüksüm yok.O bir dakika duruş trafikte geçireceğin ekstra on dakika demek,ekstra on dakika işe geç kalman demek,amirinden laf işitmen demek.Ee ne yaşadın şimdi sen bu şehirde?O güzelliğin orada olduğunu bilmek yetiyor mu seni mutlu etmeye?Veya amirini neden bu kadar takıyorsun?Şöyle beş dakika bir çay içsen martı sesleriyle unutturacak mı sana ay sonunda önüne gelen faturaların yüksekliğini? Unutturacak belki de,unutturmalı..ama sistem sana fazlasını iste diyor!Neden hala evin yok diyor.Daha ne kadar bu aksayan arabayı süreceksin diyor! Herkes,her yer görsel saldırılarla dolu,her şey gözüne sokuluyor bak burada daha iyisi var,bak o daha mutlu,bak bu daha iyi yere gelmiş,bak bu mezun olur olmaz derece yapmış! Peki kim mutlu? Hangimiz mutluyuz?Hangimiz huzurluyuz? Dev bir sosyal deneyin içindeyiz gibi hissediyorum çoğu zaman..En sevdiğim şehirde,geç de olsa sevdiğim insanlarla,kendi mesleğimi yapıyorum.Güzel bir yolda adaları seyrederek işe gidiyorum.Beni seven bir kedim,büyük bir ailem,sevdiklerim,yıllarca biriktirdiğim kocaman bir ruhum var ama toplum bize o ruhunu al ve şu küçük karton bardağın içine sıkıştır diye emrediyor adeta.En son ne zaman hiçbir şeyi düşünmeden o anı yaşamıştım hatırlamıyorum.Derken uzaktan gelen bir telefon hatırlattı bazı anları bana:
Cuma günü zor geçen bir mesaiden çıkmış,sömestr tayfanın trafiği başlamadan koşturarak evime ulaşmaya çalışıyordum.Hava enteresan şekilde o kadar güzel,o kadar açık ve ılıktı ki arabaya hemen bindiğim için farkına ancak ekranda "11 derece" yazısını gördüğümde vardım.Sonra sol yan aynadan Heybeli'yi gördüm ve ardından da batmakta olan kızıl güneşi..Son iki üç aydır tarihin en kötü mevsimini yaşıyordu bence İstanbul,sürekli puslu,sürekli kalabalık,egzozlu ve yağmurlu! Mesela o kadar özlemiştim ki kar görmeyi.. Geçen yıl farklı sebeplerden şehirden şöyle yakın mesafe ana yola bile çıkıp görebilecekken görememiştik.Bu yıl da işte yine yağmamıştı bizim semte yine bulutlara esr olmuştuk..Şimdiyse ağır bir grip geçiriyordum,iş dışında yatakta kalmak zorundaydım ve lanet olsun dostum hava 11 dereceydi! Radyoda başlayan eski Norah Jones parçasının da etkisiyle gözlerim dolmaya başladı,yumruklarımı sıktım,orta şeritte kimseye küfredecek sebep de bulamadan döndüm eve paşa paşa. Çantamı filan fılattım yere,kocama bir iki kelime mırıldanıp odama geçtim.Yine sınavı düşünmeye başladım,çünkü kötü şeyleri düşünmeli kendimi daha çok cezalandırmalıyım böyle zamanlarda! Halbuki bırak di mi?Sen artık o lanet sınava çalışmak istemediğini kendine çok net şekilde ifade etmiştin.Yeterince efor sarfetmek istemediğini,sarfetmeyeceğini biliyordun ama olur mu?! Bir dolu yeni kontenjan açılmış,puanlar düşecek,bir buçuk yıl sonra hala bu şehirde kalabilmen için bir fırsat daha!Neden azla yetinesin ki?Neden maymun iştahlı olmayacaksın ki?! Bu toplumun veya bu şehrin beni böyle bir materyalist canavara çevirmesini hazmedemiyorum sanırım en büyük sıkıntım bu..Kalan zamanın azalması,gelecek belirsizliği(ki o belirsizlik ben burada kalsam da 4 yıl sonra tekrar olacak) ve düzenim bozulacak korkusu..
Neyse aynı akşam gelen bir telefon beni biraz eskilere götürdü ve sertçe bir tokatladı.Çook çok eskilerden bir komşumuz olan bu ablayla uzun zamandır görüşmemiştik.Afgan asıllı ve ailesiyle bir dönem annemlerin yan dairesinde bir yakınımızın bize emanet ettiği evde kiracı olarak yaşadılar.Kim olduklarını bile bilmiyorduk ilk geldiklerinde,doğu illerimizden birileridir heralde iş için buradalar diyorduk.Çok sessizler evden nadiren çıkarlardı.Taliban rejiminden kaçıp Türkiye'ye sığınan dünyanın dört bir tarafına savrulmuş,eğitimli bir ailenin anne ve iki kızı olduklarını çok sonradan öğrendik.Kızlar burada üniversite okumak üzere bizim şehire gelmişlerdi.Tek bir eşyaları,kap kaçakları bile yoktu,yokmuş meğer bilmiyorduk.Kirayı ödeyebilmek dışında devletin onlara verdiği parayla hiçbir şey yapmaları mümkün değildi hatta babaları da başka bir ülkeden onlara para yollamaya çalışıyordu ancak bir çok evraksal aksaklık mevcuttu ve düzenleri yoktu.İşte tüm bu durumlarına rağmen gururlarından tek bir söz bile söylememişlerdi bize.Gelip dilenmemişlerdi!Çekingen insanlardır çok rahatsız etmeyelim diyorduk biz de.Orada yine tıp fakültesinde okuyan bir kuzenleri vardı arada o uğrar bir şeyler getirirdi.Gel zaman git zaman annem bir şekilde farkına varmıştı durumlarının.Farkedince de onlara çaktırmadan tüm mahalle seferber olup ufak bir öğrenci evi tadında bir evin tüm eksiklerini toplayıp onları yerleştirdik.Artık bir sobaları,üzerinde yemek pişen bir ocakları,bizim bir kanepeden bozma minderleri vardı.Zamanla bizlerin de güvenilir olduğumuzu farkettiklerinde diyaloğumuz arttı ve birbirimizi daha iyi tanıdık.Ben o zamanlar liseye yeni başlamıştım sanırım veya ortaokul son sınıftım.Duyduklarım karşısında şok olmuştum.Hakim olan dedeleri rejim sonrası birçok işkenceye maruz kalmış,en son ölüsünü bile bulamadıkları bir hapishane süreci yaşamıştı.Öğretmen olan babalarıyla Türkiye'ye gelebildiği bir ziyareti sonrası tanışmıştık ve kel olmasının nedeninin yaşlılığı değil saçlarının rejim tarafından işkence için canlı canlı koparılması olduğunu öğrenmiştik! Abileri mühendis ve kanada'da okuyordu.Birbirlerine çok tutkunlardı ve sık sık internet üzerinden birbirleriyle görüşürlerdi. Bu iki kız da ülkede kalabilmek için Türk devletinin yabancı uyruklular sınavı nereleri uygun görüyorsa o bölümleri seçmiş ve üniversite eğitimlerine devam ediyordu. En az üç dil biliyorlardı gözlemlediğim kadarıyla.Genel kültür bilgileri muazzamdı.Çok okumuş kendilerini hep geliştirmişlerdi.Yaşları aslında üniversite bitirecek yaştaydı ancak savaş,yeni dil öğrenme ve mültecilik süreçleri yüzünden ancak başlayabilmişlerdi.Lise dönemini de İran'da göçmen olarak geçirmişlerdi.Dinledikçe şok oluyor,insan bu kadar acının içinde nasıl pes etmeyip hala kendini geliştirmek için uğraşır ve başarır aklım almıyordu.Hayatımda tanıdığım en nazik,en dindar ve kesinlikle kullandığı dili en güzel konuşan insanlardı.Türkçe'yi daha hiç bilmiyorlardı,üniversiteyi ingilizce okuyorlardı.Ben onlara dil bilgisi öğretirken onlar da bana İngilizce'de yardımcı oluyorlardı.Zamanla babaları da olduğu ülkede işe girince maddi durumları toparladı.Ben liseyi bitirirken onlar da üniversiteyi tamamladı.Işıklarının söndüğünü hiç görmezdik.Mutlaka birileri olurdu evde sabaha kadar ders çalışan.Anneleri minicik bir kadındı,tv izlediğini hiç görmedim.Eski bir teypten kuran dinlerdi bol bol da kendisi okurdu.Hep siyah bir pardesü giyerdi ancak harika bir terziydi ve evde hep rengarenk çiçekli,kendi diktiği elbiselerden giyerdi.En çok o dilde zorlanırdı,bazen bim'den aldığı faturayı getirir doğru mu ödeme yaptım diye bana kontrol ettirirdi.Fakat Afganistanda yaşadıkları bölge yüzünden Farsçaları çok iyiydi ve çat pat eski Türkçe/Osmanlıca kelimelerle onla anlaşırdık.En çok kullandığı cümleler "çok teşekkür" ve "sen muvaffak"tı. Kendim de dahil bu kadar vefalı insanlar tanımamıştım hayatımda.Yaptığımız o ufak iyilikler yüzünden duydukları minneti aklım almıyordu. Gerçekten de bu kadar hor gören insanlarla mı karşılaşmışlardı bizden önce?Dünya gerçekten de bu kadar kötü bir yer miydi? Ramazanda iftar saatinde gizlice kapıya hediyeler bırakırlardı.Kendi kültürlerindeki değişik çayları,pastaları yapıp getirirdi o minicik kadın.Babaları da Türkiye'ye geldiği zaman mutlaka babama ufak bir hediye getirir ve "sen bizim kardaş" deyip sarılırdı.
Yıllar yıllar geçti ve biz kocaman bir aile olduk beraber.Birbirimizin en özel,en zor anlarına tanık olduk belki de.Bir kardeş gibiydik herzaman.Araya şehirler,yıllar,işler güçler girdi ama her telefonda,her buluşmada kaldığımız yerden devam ettik hiç kopmadık.Dünyamın odamdan ibaret olduğunu zannettiğim o zamanlarda bana dünyanın aslında ne kadar da büyük olduğunu onlar gösterdiler.Elbette ki onlar da bizlerden birçok şey öğrendiler.Şimdi o iki kız da kocaman kadınlar oldular.İkisi de evlendi ve çocuk sahibi oldular.İkisi de maddi durumları düzelince tekrar üniversite sınavına hazırlanıp bu sefer kendi tercih ettikleri bölümlerde 2.üniversitelerine başladılar,çocuklarına rağmen!İşte o akşam beni aramasının sebebi ikinci fakültesini bitirip çok yakında Eczacı diplomasını alacağını haber vermek içindi! Zor zamanlarımın çoğuna şahit olan bu abla sanki o gün de hissetmiş ve beni aramış aslında hayatın herzaman devam edebileceğini göstermek istemişti bana.Savaş,aile içi şiddet,parasızlık,imkansızlık ve yersiz-yurtsuzluğa rağmen tüm o yolları geçmişken;kendini hala bir öğrenci,hayatın içinde hala bir çaylak olarak görüyordu."Dünya kötü bir yer ve onu biz güzelleştireceğiz,hep okuyup hep çalışacağız ki güzel nesiller yetişsin bizim çektiklerimizi onlar çekmesin.Bunun başka bir yolu yok biz iyi olacağız,iyiler kazanacak" diyordu. Bense onu ütopik bir kahraman olarak gördüm herzaman.Bu kadar güçlü bu kadar idealist ve tüm bunları yaparken de bu kadar nazik ve saygılı olabilir miydim bilmiyorum..Ve şimdi ülkedeki diğer sözde "mültecilere" bakıyorum: beşinci çocuğunu doğuran genç kızlar,hırsızlık yapanlar,ucuz ucuz işlere boyun eğen aydınlar,grip oldum ambulans gel beni al diyenler ve bunlara ses etmeyenler..İyiler herzaman var tabi ki ve herzaman olacak,ama iyilerin bu kadar azalmasının nedeni de biziz bence.Tüm bu boş dertlerimizin peşinde koşarken meydanı kötülere bıraktık ve kirlendi dünya daha da çok kirlendi!
Oturup bir şeyler düzelsin diye beklemekle olmuyor ne yazık ki.Huzuru kendimiz yaratıyoruz kendimiz bozuyoruz en çok.Kötüleri görüp mutsuz ediyoruz kendimizi oysa iyileri ve iyiliği görüp çoğaltmalı,paylaşmalı insan..
Ocak ayının başında kendime bir ajanda aldım,sözler verdim orada kendime "daha huzurlu ol,kendinle mutlu ol ve mutluluğunu çoğalt,paylaş" diye.Bir de güzel bir masa lambası aldım.Ders masama boya kalemleri yerleştirdim.Siyah/beyaz diye şartlanmadan dünyanın rengarenk olduğunu kabullenmeye söz verdim.Renklerim değişebilir yeter ki kararmasın.O abla bana bu sürecin çok uzadığını ama başarısının hep en sonunda kendini huzurlu hissettiği o anda geldiğini söyledi.Bizim evdeki o zamanlarında ne kadar huzurlu olduğundan bahsetti.Hayatlarında hiç bilmedikleri bir ülkede bomboş bir evdeydiler üç kadın "ama güvendeydik" biliyorduk dedi.
Yani uzun lafın kısası olmaz olmaz demekle geçiyordu günler ama biraz da oluruna bırakmam gerekiyormuş bunu farketmemi sağladı.Çok şey yaşamadım belki ama çok yaşanmışlığa şahit oldum ve hepsi birer birer büyüttüler beni,yoruldum. Artık ipleri biraz gevşetmenin vakti geldi.Ve ben ne zaman ipleri biraz bıraksam daha da rahatladığımı,kendimle barıştığımı farkettim.Bazı planlar yaptım ve artık ertelememeye and içtim! Bundan sonra yalnızca kendim olmaya; dışardan dayatılan başarılı/başarısız/zengin/fakir/öyle ya da böyle olmaya değil sadece iyi ve huzurlu olmaya adayacağım kendimi.Hayat ne getirir bilinmez ama en çok "kabullenmeyi" bıraktığımızda acı çektiğimizi farkettim. Bundan sonra ne gelirse gelsin gaipten "kabulum" diyorum.
Yine sayfalarca daldan dala konmuşum ama bu yılın mottosu da bu olsun.O Heybeli'ye gidilecek!
Oturup tüm yazılarınızı okudum okumadım demeyip baştan okuyasım geldi. Bir ablamın olması isteğinden, artık olamayacağını anladığım zaman vazgeçmiştim ama eğer seçeneğim olsa sizi seçerdim heralde! (itiraflar)😁😂 (saat geç oldu ben hiç uyumadım zor olmayan şeyleri büyütüyorum ve hayatın genel akışında tıp2 de böyleyse ilerde zor olacaksa psikolojim dayanır mı soru işaretleri..) iyi geceler 😊🙋🏻♀️
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim onur duydum ama O kadar yaşlı değilim ya😅 Rol model kesinlikle olduğumu düşünmemekle beraber,ablan seve seve olurum ne demek!
SilVe son kez diyebileceğim tek şey tıp 2 zordur,çok zordur..hayatı en çok sorguladığın zamandır, sadece okul değil sen de zorsundur. Duyguların büyür ve sorumluluklar,gelecek planları,küçük büyük korkuların başlar..belki aşık olursun,kalabalıklara karışır iyiyi kötüyü,haini,fedakarı her şeyi gördüğün zamandır tıp 2 ama aynı zamanda insan’ın içini dışını dexterini sinisterini,saçının dibinden ayağındaki minik bir oyuntuya kadar öğrendiğin neyin neden olduğunu bildiğin ve aydınlanmanın zirvesine vardığın yıldır! Şu meşhur Rembrand anatomi tablosunda arkadaki şaşkın elemanın ta kendisidir tıp 2 insanı ama geçer merak etme,seviyorsan vazgeçme;sevdiğin şeyler ve beklentilerini çook çok diplere çekecek belki bu ülke buna da şüphen olmasın ama yine de 3 senenin üzerine diyebilirim ki hala sevdiğim bir şeyler var bu meslekte hala kırıntı bile olsa kalbimde yer kaplıyor ve en ufak bir umut bile varsa devam etmeye değer.
Çok konuştum bile iyi geceler